Kontra Fanzin
20 Kasım 2017 Pazartesi
29 Mart 2017 Çarşamba
4 Mart 2017 Cumartesi
Hacimli Bir İlk Kitap: Tanrının Yükseklik Korkusu
Sinan Özdemir
Hacimli Bir İlk
Kitap: Tanrının Yükseklik Korkusu
Altı bölümden oluşan kitabı bir “hafıza
toplamı” olarak değerlendirmek mümkün. Hafıza, hem ana kütle hem de dekor
olarak kitap boyunca sürekli kendini gösteriyor. Şiirin varoluşsal
nedenlerinden birinin hafıza olduğunu dikkate alırsak, şairin bu noktayı merkezde
tutmasının yazdıklarına derinlik kattığı görülecektir. Kitabı bölüm bölüm
incelemekte fayda var çünkü bölümler ve hatta şiirler arasında organik bağlar
olduğunu ve geçişlerin birbirleriyle ilişkilerine bu şekilde daha rahat işaret
edilebileceğini düşünüyorum. Detaylı incelemeye geçmeden önce ise Esenkova’nın
şiir evrenine dair görebildiğim birkaç unsuru ayrıca paylaşmam yerinde
olacaktır.
Esenkova’nın
Şiir Evreni
Daha çok Kontra Fanzin’de yer alan çalışmalarıyla tanıdığım şairin şiir
eğilimlerinin, yaşanılan dönemin olağan bir şekilde yarattığı temasların
dışında, kendine has bir üsluba sahip olduğunu düşünüyorum. Dili bazen yokuş
aşağı bırakan, sözcüklerin seslerinden anlam örgüleri oluşturan, çocuk dilini,
argoyu, masalsı atmosferi, tekerleme yansımalarını vs. olabildiğince akışkan
bir biçimde kullanan bir şair Emirhan Esenkova. Bilinç akışını ve enerjiyi en
hız almış haliyle görmek de mümkün onda, düşüncenin devreye girerek söz
almasını da. Esenkova’nın şiirlerinde deneyselliği de, yeraltı edebiyatının karanlık
havasını da bulabilirsiniz ve bütün bunlar onun şiirinin, belki hayata
bakışının, gerçeklik noktasındaki anlamı, sahiciliği ve gerekliliği kadar
varlar. Özetle, bu çok yönlülüğü şairin şiirlerinde sıkça kullandığı “ahtapot”
imgesine benzetebiliriz. Örneğin “Sokak” adlı şiirde şair, Ahtapot muyum sarıyor kollarım edalı kadınları / Aynı anda üç kişiye
aşık dolanıyorum sokakları (s. 29) diyerek öznesini üç kalpli ahtapotlarla
eşitler ve çizgisellikten kurtarır. Ya da “ahtapotun bacaklarını parçalara
ayırdıkları sofraya” bakarak poetikaya,
insanlara dair eleştirisini başka bir “bütünsellik” noktasından hareketle
ortaya koyar (“Güzaf”, s. 150).
Emirhan Esenkova bir eğilim taşıyıcısı
değil, kendi takıntıları (örneğin “nefes” kavramı kitap boyunca farklı anlam
şemaları ve dilsel düzlemlerde ele alınıyor) ve fobileri (yükseklik, seyahat,
ölüm, uçak, karanlık, hastalık korkusu gibi) olan, bunları şiirsel düzleme
başarıyla aktaran bir şair.
Ayrıca şairin, algısal sıçramalarının
yanında, yerleşik ifadelerin yerinden oynatılması ve tersyüz edilmesi, ritmik
ton gibi unsurları sıkça kullandığını görüyoruz. Duyuya temas ederek hissi
somutlaştıran, böylece okuru da şiire dâhil eden bir atmosfer yaratıyor Esenkova.
Örneğin, kitabı okurken “+ / - ” kutuplardan oluşan bir dizeyle “pil yalayıp”
çocukluğunuzu tadabilir ya da “korse geçirilmiş bir akciğer” ile korkuyu
ensenizde hissedebilir yahut “sıkı sıkı” ikilemesinin ritmik tekrarlarıyla
çölün ortasında ilerleyen trenin sesini oradaymış gibi duyabilirsiniz.
Kontrast:
Saflık ve Kir
Kitaba daha yakından bakmaya başlayalım;
ilk hasarlarımızı bebeklikten alırız. Gördüğümüz ilginin-ilgisizliğin
yansımalarını, açık veya kapalı olarak, hayatımız boyunca taşırız. Hafıza,
üzeri örtülü olsa dahi bu noktadan itibaren devrededir. Bulup çıkarabildiklerimiz
ise ancak çocukluktan başlar. Esenkova, Tanrının
Yükseklik Korkusu’nun ilk bölümü “Methal”de hafızayı işleterek çocukluğuna
dönüyor: İlk çaldığım şey / Bir oyuncak
arabaydı / İçinde zincirleme kazalara karıştığım (“Bitlenmiştim”, s. 11). Kural
koyucuların büyükler olduğu egemen kültürde, öğretilen, dayatılan kodlarla
hareket etmek zorundasınızdır. Fakat lirik özne bir şekilde tavır alır: Ve Nemeçek öldüğünden beri tutuyorum
ağlamamı. Kurala uyulup ağlanmamıştır ama yine de Pal Sokağı Çocukları’nın dramatik
kahramanı Nemeçek’in yanında yer alınmıştır.
Çocukluğa dönmek, saflığa dönmektir,
büyüdükçe tesadüf ettiğimiz kirin yarattığı kontrasttır. Bu yönüyle “çocukluk” hepimiz
için kaçış mekânıdır, temiz olmanın/kalabilmenin şimdide tekrar denenmesidir. Bu
sebeple şair “abur cuburu, Olips’i, gameboy’u, cipsli parmak izini” taşır şiirlerine.
Bir anlamda umudu da.
Bakkal topuna ne kadar sert vurursan
Gideceği yer o kadar belirsiz
Rastlantılar kaçınılmaz – olasılıklar imkansız
Biz kağıt uçak yapan güzel çocuklar
Biz kazanacağız en sonunda – biz (“Kağıt Uçak”,
s. 15)
İlk bölümün, “Kağıt Uçak” adlı
şiirden itibaren içerikte ve dilde sertleştiğini görüyoruz. Sertlik ironiyle kırılarak
yeni bir düzleme geçiliyor, aynı anda masalsı imgelerin kullanımı, muzip bir
konuşma dili, sesin ve bilincin birbirine dolaysız, ritmik karışımı belirginleşmeye
başlıyor. Bakkal topuna “gelişine” vuruluyor artık. “Haydutlar, Damat Ferit’ler,
Bakunin’ler, kaleler” topa tutuluyor. Hayatın hızı ve çocuk enerjisinin bir
çeşit savaşıma girdiği görülüyor: Fiilleri
çekiyorum benim geçmişimden senin şu anına (“Mülk”, s. 22); ve “kötücül
varlıklar” olarak işaretlenen insanlara karşı geçmişin “mek-mak”lı enerjisi bir
panzehir olarak beliriyor.
Yürümek Arnavut kaldırımlarında
Beton dökmek boşluk olan her yere
Çimento ne kadar yoğunsa çimen o kadar istekli
En gri yolları bile bir gün saracak çayır yeşili (“Mek Mak”, s.
20)
Öte yandan, bu bölümde karşılaştığım
zayıf yönleri değerlendirmem gerekirse, şairin “Telve” şiirindeki (s. 23) Kısık ateşte bıraktım kalbimi ya da
“Ayrıksı” şiirindeki (s. 31)
Tutarsızlığım tutarlı // İlerliyorum aksak adım türünden bazı buluşlarını,
söz oyunlarını ve benzer seslerin kullanımlarını örnek verebilirim.
Dağınık
Kimlik
İkinci bölüm “Islak Rüyalar” ile “sütlü
gökyüzü” yerini “sivri olan şeylere tutunan yıldırımlara” bırakıyor. Bu
bölümde, lirik özne, ilk gençlikten hız alıyor. Bir çeşit “dağınık kimlik”
taşıyor da diyebiliriz: Viski mi isterim
yoksa sevgi mi / Yahut sevgilim mi getirsin viskimi (“ Klişe Bulvarı”, s.
35). Sevgiyi, aşkı, seksi, uyuşturucuyu, alkolü yanına alan, başıboş, gezinti
halinde bir lirik özne ile karşılaşıyoruz. Ayrıca, bu bölümde olağanüstü
ögelerin sıkça kullanıldığını görüyoruz ki bunun “kaçışı” sağlayan önemli bir
enstrüman olduğunu söylemek mümkün. “Patlama küreleri, karıncalı akıncılar,
lahana kaplı lastikler, kirpiklerin arasındaki küçük ejderha” bu ögelere
verilebilecek birkaç örnek. Tabii belirtmekte fayda var, ilk gençlik yine de
sert bir dönüşüm olarak karşımızda durmuyor, çocukluk, çocuksuluk zaman zaman
sesini duyurmaya çalışıyor: Tek
ülkeleştiğim yer çocuk yazıları (“Pardon”, s. 53).
Bölümün en etkileyici şiirinin
“Korkuluk” (s. 46) olduğunu düşünüyorum. Bedenimden
önce kalkıp dışarı bakıyorum // Sessiz
bir çığlık on altı dikiş atıyor / Yapışık dudaklarıma gibi dizeler şiirin
adındaki gerilimi başarıyla taşıyor. Yansıtılan bu gerilim aynı zamanda lirik
özneyi “ıslak rüyaların” aslında “geçiciliğiyle” yüzleştiriyor. Sayfalar
ilerledikçe sertleşen dil ile birlikte, alınan hasarların da ağırlaştığını
söyleyebiliriz. Sonundaysa asıl büyük darbeyi yine mecburen büyüyen çocuk alıyor:
Tren raylarına yakın bir ev / Kumdan
kurabiyeler / Korsan DVD’ler / Boşanmış ebeveynler / Düşük // Klişesine değil /
Hakikaten öldü çocuk bu sefer. (“İlayda”, s. 51).
Garip’e
Selam
“B
Şiirler” adlı üçüncü bölüm, genel olarak Orhan Veli’ye, Garip’e bir selam niteliğinde
oluşturulmuş. Esenkova’nın temel izleği “hafıza” ise yine merkezdeki varlığını
korumayı sürdürüyor. Ara bir belirleme olarak bölümün ikinci şiiri “Şey”deki Kafiye / Peri / Orhan Veli / Seviyorum
şiirlerimi (s. 74) dizelerine göz atmakta fayda var. Şairin neden daha dar
kapsamlı bir “seçkiye” yüz vermediğini bu dizelerde görebiliriz. Bakıldığında “kafiyeye,
periye” yaslanan bir şiir yazmıyor Esenkova. Kitapta çeşitli noktalarda
rastlanabilecek bu unsurların, başarısız gibi gözüken, bazen de başarısız olan
yanlarının, kolaylıkla budanabileceği ancak şairin bu yola başvurmadığı aşikâr.
Bu tercihi bütün çocuklarını içeride tutan bir ebeveyn tavrı olarak okuyorum.
Bölüm içeriği için; kısa, nükteli, buluşlara
dayanan, ferah, keyifli bir atmosferin şiirleri değerlendirmesi yapılabilir. Öte
yandan “Cenaze Namazı”, “Mezarekimi” gibi şiirler karanlıklarıyla dikkat
çekiyor. Bölümün kara kutusunu ise “Bellek ’14” oluşturuyor. “En”lerine dönmeye
çalışan lirik özne, hafızanın kritik noktalarını kayıt altına alıyor. “Sesten,
kokudan, aşktan, ben’den biz’e, direniş’e” yürüyen bir şiir “Bellek ’14”. Sayfadaki
QR kod ise, okuru şiiri bütünleyen ilginç bir deneyime çağırıyor.
Tükürük:
Aşkın En Saf Hali
Aşk şiirlerinden oluşan “Aşklık
Sınırı” Cemal Süreya’yı andıran perde dizelerle açılıyor: Her benime / Bir / Kadın ismi versem / Her kadına bir / Ben / Kaç tane
doğmalıyım / Bir bedenden (s. 95).
Her ne kadar lirik özne,
“.Kalpçalar.”da (s. 108) kendini taş
plaklı narin delikanlı olarak gösterse de, bu bölümdeki şiirlerin çoğunda
hamleden çekinmeyen, aşkı, cinselliği bütün çıplaklığıyla kucaklayan bir profil
çiziyor. Aşkını “salyasümük, tekmetokat” sarılarak da yaşıyor, sevgilinin “ruhuna
Fatiha, nefsine Nef’i” okuyarak da.
Somut alanla soyut atmosfer tıpkı aşkın karmaşıklığı gibi iç içe geçiyor
şiirlerde: Yine ucuz kurtulduk / Çamuru fokurdatan sağanak yağmurdan /
Yatakta uzanıyoruz / Sigaramı yakıp uzatıyorsun uzaya / Bir böcek dolaşmış
kollarımızda / En azından kanımız bir / Başka yaşamlarda (“Isırık”, s. 98).
Çocukluk izleğinden uzaklaşmayan
şair, burada da farklı katmanlara erişiyor. kırık
pastel boyalar var ellerimde / kokuları çocukluğumu hatırlatıyor / ben belgrad
ormanı’nda koşarken / sen kremalı çöreğe benziyorsun / gözlük camında döl
varken (“Mon Ami”, s. 104) ya da Hava
yağmurlu olursa eğer / Şemsiyeni açarsın / Hava güneşli olursa / Göğüslerini (“Hastasonu”,
s. 112) dizelerinde olduğu gibi çocuksu, muzip bir eda ile cinsellik
harmanlanıyor. İki saf gerçeklik aynı potada eritiliyor. Tam da bu noktada
bölümün son şiiri, bir başka deyişle bir sonraki bölüm olan “Ziyan”ın
hazırlayıcısı, “Tükürük: Aşkın En Saf Hali” (s. 118) şiirine bakmakta fayda görüyorum.
Şiirin adı ve yukarıda bahsettiklerim sizi yanıltmasın; dizeler son derece
öfkeli, melankolik ve karanlık. “Kremalı çörek” artık “kırılan bir çikolata
tabakasıdır”. “Kelebeklerin çirkinliği” yakından bakınca belli oluyordur.
“Uzaya sigara uzatılmıyordur” çünkü “kainat bir bardak suda saklıdır”. “Hastasonu”
şiirindeki Kan sızar aramıza / Zaten kan
ayırsın bizi en fazla dizeleri yerini Kavuştuk
ama karışamadık birbirimize dizesine bırakmıştır. Şiirdeki baskın duygu-düşüncelerse,
kıskançlık, itiraf ve beyni kemiren sorulardır. Ve ben seni kurtaramam / Sen beni düşünürken / Başkasının içine
boşaldığı anda (…) Etlere olan
hayranlığına / Hırlasın tüm hayvanlar (…) Üşüyorum senin dışında kaldığımda / Benden önce kaç kişiyle yattın ki.
Karanlık
ve Huzur
“Ziyan” karanlık şiirlerin bölümü. Öfke,
umutsuzluk, ölüm, hayal kırıklığı, mutsuzluk; ülke ve dünya eleştirisi; rezidans,
AVM ve camiden mürekkep mimarinin, sistemin, ideolojinin eleştirisi; erklerin
eleştirisi. Ve kötünün karşısında hatırlanan doğa: Bir kaz gibi olmalısın / Beyaz ve masum (“Kaz Aşkı”, s. 127), Beyaz boyanın içinde boğulmuş bir arı (…)
Uslu dursaydık kuşlar kanat çırpmazdı /
Efendi olsaydık balıklar nefes tutmazdı (“Şarkı”, s. 129), Güneşin kafasını kazıdığımda ismini gördüm
ayazda / Buzullar eriyene kadar kolayı tut / Tüm zoraki umutlarını unut / Bu
ulus tıka basa doymuş uğursuzluğa (“Simsiyah”, s. 144). Görüleceği gibi
insanın yarattığı tahribat şairi umutsuzluğa sürüklemiştir. Yıkım, doğal olarak
en büyük etkiyi tabiat üzerinde bırakmıştır. “Ormanlar betonlaşmış”, “ördekler
ölmüştür”.
“Ölüm”
bu bölümün ana meselelerinden biridir. Özellikle bu bölümde karanlığa, ölüme ve
korkuya öyle gömülmüştür ki lirik özne, Ne
çok ölüm lafı var şiirlerimde / Çok fena korktuğumdan herhalde (“Tanatofobi”,
s. 135) derken bulur kendini. Fakat bir şairde bulunması gerektiğini düşündüğüm
özelliklerden olan “karşı duruş” Esenkova için
de anılabilir bir özelliktir. Bölümün perdesinde Ateşi gelmeyecek barut gibiyim (s. 125) diyen şair, aslında hiç de kırılgan
değildir. Öfkeyi, inancı ve eylemliliği hazırında bekletmektedir: Pipeti ısır / Ve karanlığa küfredeceğine bir
ev kundakla (“Simsiyah”, s. 144). Hatırlatmakta fayda var, kitap boyunca
“çocuk hafıza” korku duygusunu, karanlığı eşeleyip durmuştur. Yine çocuk için “kola,
cips” tasasızlığın dekorlarıydı çoğu yerde.
Her ne kadar karanlık bir bölüm olduğunu
vurgulamış olsam da, yer yer tonuna sertlik katılmış olmakla birlikte muzip
söylemin, aşk-cinselliğin burada da kendini gösterdiğini söyleyebilirim. Ayrıca
“Uzunca Bir Konuşma”nın (s. 170) buraya kadar anlattıklarımın,
okuyabildiklerimin fotoğrafını çeken bir özet-şiir olduğunu ve bununla
bağlantılı olarak, bilinç akışını sık sık kullanan şairin uzun yılları kapsayan
şiirinin, matematik bir akıl taşıdığını ekleyebilirim.
Kapanış bölümü olan “Hitam” ise “I”,
“II”, “III” ve “Tıp” başlıklı dört şiirden oluşuyor. Adlarıyla oluşturulan
oyunla birlikte bu şiirleri tek bir şiir olarak görmek mümkün. Bu dış çemberden
farklı olarak daha çok ilk üç şiirin kendi içlerindeki yakınlıklarından söz
edebiliriz. Karanlık imgeler, son bölümde mistik olanla birleşiyor. Seçilen
sözcükler bu havayı yansıtıyor: “miraç”, “menşe”, “menhus” gibi. Hareketli
lirik özne toparlayıcı bir yalvaç tavrıyla söz alıyor artık. İnsanlığı;
kabullenişe, gerçeğe, hakikati görmeye, huzura çağıran, öğütler veren bir
çocuk-yalvaç tavrıyla karşılaşıyoruz. “Tanrı”yı temize çekebilecek kadar naif,
korkularını unutmayacak kadar kendi kalabilen: Tanrı merhametsiz değil – inanın bana / Sadece yükseklik korkusu var /
Bakamıyor aşağıya (s. 181). Kitabı doğru yerden kapatmanın anahtarını ise
“Tıp” taşıyor: Ey dipsiz kuyu / Ve onun
kuru suyu / Ey nabzı durmuş medeniyet / Dünyaya çarpacak uydu / Sessiz olun /
Çocuk uyudu (s. 182).
*İllüstrasyonlar:
Ezgi Beyazit
Kaynak: www.gazeteduvar.com.tr
22 Aralık 2016
29 Kasım 2016 Salı
deneysel şiir, dijital şiir ve kontra
Sinan Özdemir
TEKNİK BİR İMKÂN OLARAK
DİJİTAL ŞİİR [1]
Deneysel
Şiire
ve hayata dönük olmanın doğal sonucu olarak şair, biçimini, meselesini döneminin içinden
çıkarır ya da ben böylesini yeğliyorum. Bu, sanılanın aksine “güncel” olma
gayretiyle değil var olma saikıyla böyledir. Bireysel sıçrayışlardan önemli
akımlara varıncaya kadar sosyal ortamın, yaşayan dilin, ânın teknolojisinin,
siyasetin getirdiğinden ayrı düşünmemek gerekir şiiri de. Dada akımının, Gerçeküstücülük’ün,
Avusturya deneysel şiirinin vs. nasıl ortaya çıktığı birçoğumuzun malumu.
Buraya girmeyeceğim ama anmakta fayda var. Amacım, Türkiye’deki deneysel şiire
dair derine inmeden bir hat çizmeyi denemek ve Efe Murad, İsmail Aslan’la
birlikte çıkardığımız elektronik şiir fanzini Kontra’da ne yapmaya çalıştığımızı okurla paylaşmak. Bunu yaparken
de “günümüze” bir göz atmak, bugünün teknolojisinin şiirde nerede durduğunu
özellikle dünyada “dijital ortam” bağlamında konu etmek niyetindeyim.
Daha
önce Kontra’nın ikinci sayısında
belirttiğim gibi her ne kadar Ercüment Behzat Lav, Behçet Necatigil, Metin
Altıok gibi şairlerin “deneysel denemeleri” zaman zaman söz konusu edilse de[2] Türkiye’de deneysel şiir
kendi mecrasını 2000’lerin başında bulmuştur. Görsel şiir, madde şiir, Parçalı Ham., bizde ayrımı pek yapılmasa
da yöneldiği madde bakımından ve kurgulanışı açısından somut şiir dönemin
önemli şiir verimleridir. Gomringer’in somut
şiiri kâğıdı formunun bir aracı olarak görür. Dolaysız bir görme ve
algılama işidir somut şiir. Kelimelerin oluşturduğu direkt yapı şiir öznesini
bir aktarımcı olarak aradan çıkarır ve okur bu yolla şiire dâhil olur. Bizde
buna ek olarak deneysel şiirin içinde, edalı, aforizma bozması, zırva imgenin
hantallaştırdığı şiire karşı koyan bir somut şiir daha vardır. Biçim kaygısı
var olmakla birlikte bu şiir içerikte somuta, gerçeğe bakmaya yönelmiştir.
Ahmet Güntan’ın Parçalı Ham.’da
sözünü ettiği “Somutluk çemberi” bunun en önemli örneklerinden birini
oluşturur.
Erhan
Altan Sıfırlı Yıllarda Şiirimizde
Deney/im kitabında 2000’lerin deneysel şairlerinin, geçmiş yıllardaki şiir
hamlelerinin karşı çıkışlardan doğma
oluşunun aksine, bir huruç etme
hamlesi içerisinde olduğunu anlatmaya çalışmıştır. İkinci Yeni’nin sessiz sedasız onaylanışı ve oradan hızlıca geçiş
bu bağlamda okunmalıdır. Bu, habersizlik
demek değildir elbette. Hâşim şiirin
başını ve sonunu atma düşüncesiyle yaklaşmaya çalışmıştı modern şiire.
2000’lerin deneysel şairleriyse şiirin sonunu
da tahrip etmeye çalışarak yeni bir açı yakalamayı denemişlerdir. Bu
noktada Parçalı Ham.’dan bahsetmek
yerinde olacaktır.
Güntan’ın
özellikle Taşıyıcı Monolog’da andığı Yılışık Söz bir bakıma yapışık sözdür. Bir ilişkilendirme
metodundan çok işkillendirme, bulantılı kalma hâlidir. Sözcüğün, anlamın ve
biçimin onlarca yıldırki şaşmazlığı oyalanmanın vıcıklığıyla malûldür. Parçalı Ham. bu bakımdan dizge
kırıcıdır. Kendi olmanın motoruyla
çalışır. Somut alan hayretle sözün yalıtıcı konumlandırışını sorgulamaktadır. Tikelin kendi çıplaklığına yaklaşması
söz konusudur. Bunu yaparken en büyük silahı parçadır (Tarih kaynakları, anı kitapları, İnternet haberleri,
sözlükler, birebir görüşmeler, e-postalar, şemalar, grafikler, köşeli parantezler
vs.). Efe Murad, Ömer Şişman, Murat Üstübal gibi şairlerdeki deformasyon
sözcük/dize/dizim deformasyonudur. Güntan’sa somutu, gerçeği bütünden
kurtararak parçanın özgürlüğüne
işaret etmiştir. Cehd, bir icat meselesi
değildir, çoğu zaman öyle anlaşılsa da. Allah’ı
olan modern şiir ‘kralcının’ kovulmasıdır bir bakıma. Taşıyıcı Monolog’da Cioran’ın, zekânın
kendi olma gözüpekliğini filozofta değil şairde aranması gerektiği
fikrinden bahsediliyor. Bir sayfa sonraysa Güntan, ütopyanın panzehiri olarak tarihi
gösteren Cioran’ı kralcılara yeğ tutuyor. Bu çarpışma anı bulantının değil, Bir Karın
Ağrısı Olarak Şiir’in patlamasıdır. Son olarak Ahmet Güntan’ın Parçalı Ham.’lara Parçalı Ham. Drülütt adlı kitabından sonra “Hitap.” alt başlığıyla
devam ettiğini belirtelim. Hitap.’lar
henüz kitaplaşmadı. Bu şiirlerin bu yazı için önemiyse deneyselliğin şiirde ne
olduğu, ne anlama geldiği -ileride bahsedeceğim- ile ilgilidir. Şair bu
şiirlerle daha hangi biçimi şiirde
çoğaltırım düşüncesinden çok kişisel formülünü biçimsel ve anlamsal olarak
derinleştirme yolunda ilerlemektedir. Özellikle seslenişler vasıtasıyla kendi kavram dünyasını üreten şiirlerdir
bunlar.
Ömer
Şişman’sa Gomringer’in bahsettiği somut şiir ile en yakın bağı kuran Türk şairi
olarak karşımıza çıkıyor. Özellikle hata
devam ediyor somut şiirin formül olanaklarını olabildiğince geniş tutan bir
kitap. Teknik araştırmalarla genç şairlere önemli imkânlar sundu Şişman. Sözcük
deformasyonu, görsel/biçimsel okumalara fırsat tanıyan çerçeveler, grafikler, Gestalt kuramından bildiğimiz tamamlama
deneyimine çağıran silik dizeler, biçimin sayfadaki gelenek dışı kullanımı,
tekrarlı yapılar, ses denemeleri… çok zengin bir olanaklar bireşimi olarak
karşımızda duruyor. Ömer Şişman’ın ayırıcı özelliği ise bu formülasyonun içinde
bir anlatımcı olarak şiir öznesinin
de devreye giriyor olmasıdır. Bu, biçimi tek sorun olmaktan çıkaran, onun olası
konforunu da tahrip eden bir imkân sunuyor şaire ve okura. Şairin şimdi, burada oluşunun zeminini
sağlıyor. Şairin ikinci kitabı Bitkiben’de yer alan “Yerini Bulamayan Bir Z Raporu” adlı şiir, anlatan şiir öznesinin
devrede olduğu tipik bir Ömer Şişman somut şiiri. Şiirin ilk bölümünde şiir
öznesi konuşurken zehr adlı ikinci
bölümde on sayfalık bir permütasyon bölümüyle karşılaşıyoruz; yine bu bölüm,
şiir, son dizede şiir öznesinin daha baskın bir söz alışıyla bitiyor.
Örnek
olarak verdiğim bu iki ismi tekniğin olanaklarıyla şiire kazandırılan
perspektifi gösterebilmek için önemli görüyorum. Fakat baştaki dediklerime
dönersek amacımın tek tek dönemin şairlerini ele almak olmadığı anlaşılacaktır.
2000’ler tekniğin ortaya koyulduğu bir dönemdi. Efe Murad’ın F’ani ATaK’ını örneğin bilgisayar
teknolojisinin sağladığı imkânlardan bağımsız düşünmek mümkün değildir. Her ne
kadar dilin kendisi (bilgisayar vb.ni de dile dâhil düşünürsek) insanın zihnine
yetecek bir kapasite taşımıyorsa da bu imkânların şairin zihninin
tetiklenmesinde küçük de olsa bir rollerinin olduğu apaçıktır. Yine Efe
Murad’la Cem Kurtuluş’un madde şiir deneyimleri,
kâğıdı da devre dışı bırakmaya davettir bir bakıma. Şiir ve ona alan
oluşturacak kâğıt-dışı nesne başka bir teknik arayış olarak karşımızda
durmaktadır.
“Görsel
şiir”inse sözlü kültürün doğal olarak karşısında ve aygıtsal boyutunun şiir
için bir açılım olduğunu, tarihsel sürecin en uç noktasında, yazı
teknolojisinin somutlaştırdığı bir sıçrayış olduğunu söylemek gerekiyor. Şiire
“bakmayı” dâhil eden bir aygıt bu. Görsel şiir bir bakıma John Berger’in Görme Biçimleri’nde bahsettiği görsel-tüketim
mekanizmasının her şeyi defalarca gösteren ve bu yolla her şeyin içini boşaltan
acımasız sistemine, kendi malzemesini de kullanarak, bir anti-deşifre, bir
saldırı hamlesi olarak şiirde yerini aldı.
Dijital
2000’lerde
deneysel şiir teknik olanakları çoğaltmaya çalıştı, İnternet’le tanışan ilk
kuşaktı bu kuşak. Fakat dijital ortamı baskın bir öge olarak anmak yine de bu
dönem için pek doğru değil. Aslına bakılırsa bir yönelim olarak bugün de böyle
bir baskınlıktan Türk şiiri adına bahsetmek doğru olmayacaktır. Elimizde böyle
bir toplam yok.[3]
Dünyaya bakınca ise örneğin bilgisayara (bilgisayardan çok bir çeşit hesap
makinesi) yazdırılan ilk şiirin 1959
yılında Almanya’da Theo Lutz tarafından oluşturulduğunu görüyoruz. Elektronik-doğaçlama
bir şiir bu. ABD’de Brion Gysin da bilgisayar aracılığıyla şiirler yazmıştır.
Ayrıca İngiliz performans şairi Bob Cobbing’in 1963’te “ABC In Sound”unda
işitsel ve görsel olanakları araştırdığını görürüz. Dijital şiir hakkında
birçok önemli ayrıntıyı ise Giovanna Di Rosario’nun önemli kitabı Electronic Poetry: Understanding Poetry in
the Digital Environment’tan öğreniyoruz. Fütüristlerin, Dadaistlerin “ses”e
verdikleri önem, sesin somut bir malzeme olarak deneyimde yerini alması, Fluxus
şairlerinin basılı metnin klasik formunu yerinden oynatışı, sonrasında şiiri
performansa-sürece dönüştürüşü birer başlangıç noktaları olarak gösterilmiş
yazar tarafından; ‘60’lı yıllarda bir araya gelen Fluxus şairleri, ‘90’lı
yıllarda İnternet’in ortaya çıkışıyla performanslarını “Youtube” gibi dijital
ortamlara da taşımışlardır. Giovanna Di Rosario, görsel ve somut şiirin ‘50’lerden
başlayan sürecini dijital şiir için önemli bir altyapı olarak işaret ediyor. Bu
sürece örnek olarak Duchamp eserlerinin John Cage tarafından yeniden keşfi, Letrizm’in
(Harfçilik) Dada ve Gerçeüstücülük’ün önünde konumlanışı, Fluxus (Dick Higgins,
Emmett Williams, Daniel Spoerri, Wolf Vostell, George Brecht vb.) ile başlayan
görsel-sözcük deneyimi, Gomringer, Brossa, Spatola, Shimizu gibi isimlerin
görsel ve somut şiiri dünyaya tanıtmaları, Emilio Villa'nın eleştirel ve
şiirsel denemeleri gösteriliyor. Söz konusu kitaptan Fransız mühendis François
Le Lionnais'nin katkılarıyla Raymond Queneau’nun 1959’da ''Deneysel Edebiyat
Semineri''ni düzenlediğini, 1961’de İtalya’da Nanni Balestrini’nin bir IBM
hesaplama makinesiyle yazılmış ''Tape Mark'' şiirini ürettiğini, 1964’te Jean
Bauot’nun ''Yazmaya Yarayan Makine''yi yayımladığını da öğreniyoruz. Bununla
birlikte 1985’te Centre Pompideou'da gerçekleşen ''Maddesizler''adlı sergiyle,
Oulipo'nun devamı niteliğindeki ALAMO topluluğunun bilgisayar üretimli ilk
şiirlerini paylaşmaları görsel şiirin bu platformda yeniden tanımlanacak
oluşunu müjdeliyor Di Rosario’ya göre:
“Tüm bu
teknolojik gelişmelere, 1990’larda CERN araştırmacılarının icat ettiği
teknolojiyle İnternet’in popülerleşmesini de eklemeliyiz. Siber-şiirin üreyip
çoğalması ve yeni jenerasyon bir dijital şairler güruhunun doğuşu bu tarihe
dayanıyor. O zamandan beri İnternet’te yayımlanan şiirsel üretimlerin gittikçe
artan yaratımına şahitlik ediyoruz. (Öyle bir üretim seli ki 1999 yılında ‘Doc(k)s’
dergisi o güne kadar yayımlanmış tüm dijital üretimleri arşivleme kararı almış).”
Ayrıca dijital şiirin dünya ölçeğinde tarihsel süreçte
nasıl bir seyir izlediğini görmek için Fahri Öz’ün www.goethe.de’deki sayfasını
da incelemenizi önerebilirim. Burada siber
şiir, medya şiiri, elektronik şiir, net şiiri, kinetik ve hareketli şiir,
ergodik ve görsel dijital şiir parçaları, dijital ses şiiri, interaktif şiir,
kod şiir… gibi kavramlarla karşılaşmaktayız. ASCII dili, HTML sembolleri,
video, grafikler, kinetik performanslar şiirin yapısına yedirilmiştir dijital
şiirde. Üç boyutlu somut bir imkândan bahsediyoruz. Aşağıya alacağım italik
bölümü adı geçen web sitesinden alıntıladım:
“Dijital
şiir; sözel/görsel/işitsel oluşumlar ve bilişsel/algısal/devinduyumsal
deneyimler olarak değerlendirilmelidir: video, elektronik gösteri, bilgisayar,
üç boyutlu lazer görüntü, biyoteknoloji, erken dönem ve çağdaş dijital ağlar,
cep telefonları ve diğer devingen medyalar, gökyüzüne yazılan yazı ve onun
mantıklı bir sonucu olarak dış uzay gibi birçok farklı medya ve çevre
için/ile/aracılığıyla yaratılan deneysel çalışmalar…”
“İnteraktif”ten
hareketle, Kontra’ya da bir geçiş
sağlamak için İsmail Aslan ve Efe Murad’la birlikte yazdığımız Kapital Öldürür!’ü de anmak istiyorum
burada. Kitap farklı şehirlerdeki üç şairin interaktif ortamdaki
paslaşmalarıyla yazıldı. Şablonlar, görseller, fişler, afişler, Google-metinler
vs. dijital ortamdaki bağlamlarından koparılarak kayda geçirildi. Ama matbu olarak
yayımlandı sonuç itibarıyla.
Dijital
Fanzin Kontra
Gelelim Kontra’ya… Kontra’yı
Mayıs 2014’ten bu güne toplam yedi sayı çıkardık. Biraz da matbuyu beceremeyecek
olmamızdan dolayı fanzini elektronik ortam aracılığıyla okura ulaştırmaya karar
verdik. “Matbuyu becerememek” burada önemli; değineceğim… Özellikle 2010’lu
yıllarda şiir yazan, şiirlerinin büyük bölümünü bu dönemde oluşturan birçok
şair yer aldı Kontra’da. Birçok
sayımızı belirlediğimiz problem durumları üzerinden projelendirmeye çalıştık. Hareket kabiliyeti olan bir varlık
olarak şairin eylemliliğini, her
kafadan bin sesin çıktığı, enformasyonun bininin bir para olduğu günümüzde tapenin şiirin neresinde durabileceğini,
teknolojik araçların sunduğu uygulamaların yansımalarını… Kontra’da nereye oturtabileceğimize dair
çalışmalar yaptık. Örneğin üçüncü sayımızdaki “tape-şiir” dosyasıyla sesin
yazıdan kopmuş özerk alanına şiirle girmeye çalıştık. Dijital ortam bu bakımdan
bir imkândı. ‘60’lı yıllarda John Giorno’nun öncülük ettiği Poetry Systems telefon ve plaklar
üzerinden dinleyene ulaşan bir çeşit ses-şiir deneyimiydi. Yine Jandl’ın “schtzngrmm”
adlı şiiri Almancada siper anlamına
gelen schützengraben’den sesli
harflerin atılmasıyla oluşturulmuş bir sokak ağzı şiiridir. Yansıma sesler
dramatik bir savaşı anlatmaktadır ve bana kalırsa en az yazılı hâli kadar
Jandl’ın kendi seslendirmesi de şiire omurga kazandırmıştır. Merak edenler kayıt
için www.lyrikline.org’u ziyaret edebilirler. Kontra bunların da ötesinde
televizyondan, Youtube’dan, çölden, uçaktan, otomobilden… sesler kopararak
şiirin alanında durmaya çalıştı “tape-şiir”lerle. Alanı açmayı denedi. Bu
noktada dijital ortam ve uygulamalar aracı olarak envanterde yer aldı.
Burak Acar’dan “yüksel inş. hirudo” için
Backstage
Kayıt
için oturduğum mahallede devam eden inşaatlara gidip kaydı orada almayı
düşünmüştüm önce. Sonra inşaatların hiç gürültü çıkarmadıklarını fark edince bu
fikrimden vazgeçtim. Youtube’dan içinde inşaat/şantiye gürültüsü olan kayıtlar
bulmaya ve şiiri onun üstüne okumaya karar verdim. Uzun aramalar sonucunda
istediğim inşaat gürültülerini içeren kayıtları buldum. Şiiri okurken bir
yandan da elimle videoların ses düğmeleriyle oynayarak ve kayıtların doğal
akışını bozarak gürültüyü manipüle etmeye çalıştım.
Üç beş
prova ve üstüne on beş yirmi tekrar sonucunda ortaya bu kayıt çıktı. İçlerinden
en iyisi buydu diyemiyorum ama dilim sürçmeden bitirebildiğim tek kayıt buydu. Bu
çalışma için yararlandığım videolardan birinin linkini aşağıda paylaşıyorum.
Eğer mahallenizdeki ya da işyerinizin yakınındaki inşaatların/şantiyelerin
istediğiniz kadar gürültü çıkarmamalarından şikâyetçiyseniz, canınız biraz
inşaat gürültüsü dinlemek istediği vakit açıp dinleyebilirsiniz.
(Kontra,
sayı 3)
“Eylem-şiir”
adlı dördüncü sayımızda video performansları, ses kayıtları, şiirin
malzemesinin toplandığı/yazıldığı mekânlardan görseller, Google Earth’tan
yönetilen “Oturma Eylemi”, insana ve makineye ait ses denemeleri… Kontra’da yazan şairler için birer
olanak olarak kullanıldı. Altıncı sayımızda “uygulama-şiir” adıyla her ne kadar
örneğin cep telefonu uygulamalarına benzer araçlar geliştirme niyetinde olduksa
da içerikte uygulamaların yaşamdaki
yerine dair söz almakla yetindik. Söz konusu sayının en ilginç çalışmasıysa
Deniz Tortum ve Efe Murad’ın birlikte geliştirdikleri “Hatıralar Koridoru” adlı
çalışmaydı. Çalışma, İnternet üzerinden erişim sağlanan, yön tuşları
aracılığıyla sanal ortamda gezinti imkânı tanıyan bir denemeydi.
Özellikle
Emirhan Esenkova’nın mecrayı en aktif kullananlardan olduğunu söyleyebilirim. “uygulama-şiir”
sayısında yer alan “Uygulama Oteli: Evrendeki En Kötü Beşinci Şiir” adlı şiir,
teknik olarak cep telefonu uygulamalarının kullanıldığı, görsel bağlantıların yer
aldığı, şiirin bir kısmının bir uygulamadan yapılan şarkılardan oluştuğu,
kes-yapıştır-screenshotlı ham şiir üretimlerinin olduğu bir şiirdi. Yine “Apple”
şirketinin yapay zekâsı “Siri”ye okutulan bölüm, söz konusu şiirin yapısına
dair ilginç bir deneyimdi.
Esenkova’nın
Kontra 5’te yayımlanan “migren” adlı
şiiri ise bir çeşit hipermetindi. Beş farklı bağlantı-dizeden oluşan şiir, tıklandığında
her dize-bağlantısıyla okuyucuyu/ izleyiciyi/ dinleyiciyi bir SWF[4]’ye yönlendiriyordu, SWF’ler
görüntü ve seslerden oluşuyordu. Bağlantı-dize, şiirin tek tek dizelerini
oluşturmasının dışında, bir şarkının da bölümlerini oluşturuyordu. Bir başka
deyişle tüm dizeler aynı anda açıldığında şiirin/ şarkının/ hikâyenin/ filmin
bütünü ortaya çıkıyordu; değişik dizelerin açılmasıyla da başka şarkılar/ şiirler/
hikâyeler oluşuyordu, vurgulanıyordu. Böylece hem dizeler kendi başına bir
anlam oluşturuyordu hem de diğer dizelerle uyumlu bir ilişki geliştiriyordu.
Ayrıca şiirin bütününü görmek için bağlantıları aynı anda açmak gerekiyordu. Bu
hâliyle okuyucuyu interaktif bir şekilde içeren bir projeydi “migren”. Okuyucu
sadece sayfayı çevirmiyor, sayfaların yerlerini de değiştirebiliyordu. Bütünlük
değişkendi, kombinasyonlardan oluşuyordu. Şiiri bir “ölü” gibi anmamın
sebebiyse “dijital ölümün” gerçekleşmiş olmasından kaynaklanıyor. Bağlantıda
oluşan sorundan dolayı şu anda bu şiire erişim imkânı bulunmuyor. Emirhan’a
şiiri başka bir siteye yüklemeyi önerdiğimde “şiirin tamamlandığını” belirterek
teklifimi reddetmişti.
Esenkova
bahsini bir konuşmamızda anlattığı başka bir hipermetin hikâyesiyle kapatmak
istiyorum. Şair, 2011 yılında “süngerbob karekod” adlı bir çalışma
gerçekleştirmiş. Anlattığına göre, çektiği onar saniyelik görüntüleri
Asmalımescit sokaklarına “QR kod” olarak yerleştirmiş. Akıllı telefonu olanlar
şiirle o anda karşılaşıyormuş böylelikle. Hedef kitlenin şiir okuyucusundan
ziyade o an oradaki kişi olduğu bu çalışma, “şiir sokakta” tüketiminden çok
daha anlamlı geliyor, üzerinde düşününce.
Yazımın
iki yerinde değineceğimi belirttiğim konuları harmanlayarak sonlandırayım
sözlerimi. Deneysel şiir ne bağnaz
şairlerin bahsettiği gibi bir dekadanlıktır
ne de kendi başına kendi kendini iş edinmiş bir alandır. Arayış olmadan açı
yakalamak söz konusu değildir, bunu söylemek de fazladır ama maalesef ki
gereklidir aynı zamanda. Peki, ileride, bazı denemelerine şahit olduğumuz gibi,
robotlar mı yazacaktır bizim yerimize şiiri? İşin bu kısmını anlamlı
bulmuyorum. Bir ara “insansız şiir” tartışmaları epey yer tutmuştu özellikle
dergilerde. Şiir ilerlemesiz, sıçrayışsız diri kalamaz ama bu, bir sınırsızlığı,
bir başka âlemi de var kılmıyor açıkçası. Dijital ortam, şaire hamle imkânı
tanıyacak olan tüm uyarıcılar, şiire giden yolda olmaları gerektiği biçimleriyle
olacaklardır bundan sonra da. Şiirin yerine geçmeden.
[1] Kaynak teminindeki
yardımlarından dolayı Melike Koçak’a teşekkür ederim.
[2] kitap-lık
dergisinin 60. sayısıyla birlikte yayımlanan Türkiye’de Deneysel Edebiyat Antolojisi adlı kitabı hatırlatmak
isterim; yukarıda saydığım isimlerle birlikte kitapta bir şiiriyle yer alan
Enis Batur’un kitabın ön sözünde “Türkiye’de hiçbir zaman avant-garde edebiyat
yapılmadığını, bazı şair ve yazarlarımızın deneysel denebilecek çalışmaları
olduğunu” belirten sözlerine yer verilmesi bu dönem için söylediklerimi
destekler mahiyettedir.
[3] Meraklısı İçin
Birkaç Dijital Şiir Örneği:
Genco
Gülan-Etkileşimli Şiir-2002
''Bazı
gerçeklerin çeviriye ihtiyacı yoktur'' demiş Genco Günal. Boşluktan çıkan
sözcükler tersine çevrilebilir bir dizaynla hareket ediyor.
Jhave-Angry
Words-2013
''Angry
Bots Became Angry Words'' (Kızgın Botlar Kızgın Sözcüklere Dönüştü) sloganıyla
sunulan oyun şeklindeki şiir deneyimi. “Unity” oyun motoruyla yapılmış tipik
bir “First Person Shooter” (Birinci Şahıs Nişancı) oyunu hacklenerek düşmanların sözcüklere evrildiği interaktif bir
deneyime dönüştürülmüş.
Amaranth
Borsuk-The Deletionist (Silici)-2014
“Yer
imleri”ne “Silici” adlı uygulamayı ekliyorsunuz, daha sonra rastgele bir web
sayfası açıyorsunuz, bu sayfadayken “yer imleri” sekmesinden “Silici”yi
tıkladığınızda uygulama sözcüklerin bir kısmını silerek kalanlarıyla şiir
oluşturuyor.
[4] SWF: Adobe firmasının shockwave flash dosyaları, gifin seslisi ve
programlanabileni.
KAYNAKLAR
www.kontrafan.blogspot.com.tr, erişim tarihi 30.03.2016
Avusturya II. Dünya Savaşı Sonrası Deneysel Şiiri Seçkisi, Haz. Erhan Altan, Yasakmeyve (Ekim Sayısı Kitap Eki), 2006
Türkiye’de Deneysel Edebiyat Antolojisi, Haz. Murat Yalçın, YKY (Kitap-lık 60. Sayı Kitap Eki), 2003
Somut Şiir, Haz. Bülent Kandiller ve Yurdakul Kavas, Uçurum Yayıncılık (Somut Şiir Özel Sayısı), 1986
Sıfırlı Yıllarda Şiirimizde Deney/im, Erhan Altan, 160. Kilometre, 2013
Parçalı Ham., Ahmet Güntan, YKY, 2011
Görme Biçimleri, John Berger, Metis, 2002
Electronic poetry: understanding poetry in the digital environment, Giovanna Di Rosario, University of Jyväskylä, 2011
www.fluxlist.blogspot.com, erişim tarihi 30.03.2016
www.goethe.de (“Metin-Temelli Enstalasyon Sanatlarına Doğru Dijital Şiir, Medya Şiiri ve Net Şiiri”), erişim tarihi 30.03.2016
www.lyrikline.org, erişim tarihi 30.03.2016
Şiirimizde Milenyum Kuşağı, Utku Özmakas, Pan Yayıncılık, 2008
Kapital Öldürür!, İsmail Aslan, Efe Murad, Sinan Özdemir, 160. Kilometre, 2015
Beyaz Manto, 10. Sayı, 2002
Siyahî, 8. Sayı, 2006
www.poetikhars.com, erişim tarihi 30.03.2016
HECE DERGİSİ, HAZİRAN-TEMMUZ-AĞUSTOS 2016
19 Eylül 2015 Cumartesi
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Ömer Şişman-Sinan Özdemir, Işın Tedavisi (Şiir), Kontra 5. sayı, Şubat 2015
https://drive.google.com/file/d/1avh-EaIKpNo_6BKdIUuB8d0s3wiyTdsb/view?usp=sharing
-
Sinan Özdemir TEKNİK BİR İMKÂN OLARAK DİJİTAL ŞİİR [1] Deneysel Şiire ve hayata dönük olmanın doğal sonucu olarak şair, bi...
-
https://drive.google.com/file/d/1avh-EaIKpNo_6BKdIUuB8d0s3wiyTdsb/view?usp=sharing